26 Aralık 2010 Pazar

Comics Are Weird! (And sometimes not so much...)


(Bu yazı ileri derecede spoiler içerir, sadece çizgi roman değil, filmlerde kullanılmış, kullanılacak, veya kullanılması muhtemel hikayeler anlatılabilir.)

Bu blogu okuyosanız muhtemelen benim bir çizgi roman manyağı olduğumu biliyosunuzdur. Çizgi romanların altın çağından beri (1930 lar) akla mümkün değil yatmayacak hikayeler görülür. ilk pelerinli süperkahramanlardan(ilk süper kahraman herkülmüş diyolar.) beri garip, saçma sapan, kafa karıştırıcı ve rahatsız edici hikayeler bulmak hiç zor değil. Birkaç örnek; Batman ve Robin'in bir uzaylıyı kaçırmış olan 3 gangster tarafından uzaylı bitkilerle savaşmak zorunda kaldığını biliyormuydunuz? Yada Thor'un başka bir evrende bir kurbağa versiyonu olduğunu? Avengers'ın late night with David Latterman Show a çıktığını? Thanos diye bir adamın sevgilisi azraili mutlu etmek için bütün herkezi öldürmeye çalıştığını? Az çok anlatabildim sanırım. Bu tarz SAÇMA SAPAN hikayelerden, beni herşeyden nefret ettirmiş olanlarından bişeyler anlatmak istiyorum. öncelikle;



Spider-man ONE MORE DAY!: Spider-man'le Mary Jane'i hepiniz biliyosunuzdur, "Face it tiger, you just hit the jackpot!" cümlesiyle başlayıp bu güne kadar halen öyle veya böyle devam eden aşk hikayesi. 1987 yılında birsürü tantanayla Spider-man'le Mary Jane evlenirler (Tv de falan saçma sapan live-action show yapmışlar baya abartı yani) herneyse, bu evlilik yüzlercekez bozuldu düzeldi kavga edildi ayrılındı birileri aldatıldı birileri öldü birileri dirildi. ama en sonunda one more day de yazarlar örümcek adamı çok kısıtladığını düşünerek Peter'la MJ'i ayırmaya karar verirler. Nasılmı? Tabikide şeytanla anlaşma yaparak. Gerçekten, Mephisto gelip Peter'a "halanı kurtarmak istiyosan ayrılacaksınız" der (May hala vurulmuştu o sıralar kimse yardım edememişti falan) MJ'le Peter teklifi kabul ederler. Ve o andan sonra, Evlenmelerine kadar olan şeyler dışındaki bütün geçmişleri değişir. Evlenmek üzereyken bahsedilmeyen bir problem yüzünden ayrılmışlar, Mephisto'yla yaptıkları anlaşmayı ve daha öncesini hatırlamazar ve birbirleriyle konuşmamaktadırlar, Ayrıcada Peter bu olaydan 2 sayı sonra bi Partide hiç tanımadığı bir kızla öpüşür. MJ bir adamda bi eve çıkmıştır. Harry Osborn(Peter'ın en yakın arkadaşı) açıklanmayan bi şekilde ölümden dönmüştür. Bu ŞEYTANLA yaptıkları anlaşma 2 tarafada gayet yaramış gibi görünüyo.


Beni ağır rahatsız etmiş olan geri plandaki bi hikaye için Ultimates 3 e bakıyoruz; Resimdekiler Pietro(Quicksilver) ve Wanda(Scarlet Witch) Maximoff. Evet kardeşler ikiz hemde, Mangetonun oğlu ve kızı kendileri. Bu iki karakterde Marvel'da en sevdiğim karakterlerdendir. 60 lı yıllarda yaratılan bu karakterler kötü adamlarda oldular iyi adamlarda. Scarlet Witch zamanında gerçekliği bile değiştirim dünyayı bambaşka bir yer haline getirmişti. E tamam da neresi rahatsız ki bunun? Şurası rahatsız. Ultimates 3'de Pietro ile Wanda BERABERLER ve evet öyle BERABERLER ve kimse de bu durumda hiç bi gariplik bulmamakta. Captain America Wandanın kostümüne çok açık ne lan bu böyle derken gözünün önünde öpüştüklerinde hiç bir duygu göstermiyo. Magneto bile gayet normal bişeymiş gibi davranıyo. Ensest sempatizanı yeni nesil için güzel bir adım Marvel! Bravo.

Bu konuda(Çizgi roman gariplikleri konusunda) daha fazla yazmaya devam edicem siz hiç merak etmeyin.

I do not own any of the images. all the credit belongs to Marvel Comics.

12 Aralık 2010 Pazar

A Nerd by another name





Ben bir nerd'üm. itiraf ediyorum. Sabahtan akşama kadar Sci-fi filmler izliyip bilgisayar oyunu oynayıp çizgiroman okuyabilirim hiç bi sosyal bağlatım olmadan. bayağı uzun sürede herangi bi sorunum olmaz bununla. Tabi türkiyede Nerd olmak farklı kültürlerdeki kadar "kötü" veya asosyal bişey değil çünkü içinde nekadar perd potansiyeli olursa olsun nerd olmak pahalı bu ülkede, aynı zamandada zor; istediğin kitapları, çizgiromanları bulmak zor, bilgisayarda veya konsolda oyun oynamak absürd bişekilde pahalı, frp oynayacak adam bulunmaz. o yüzden Nerdler garip bi şekilde KEWL(cool) olmuş bulunmakta ülkemizde.. tabikide kötü bişey değil bu ama konu o değil. Konu şu. Nerd dediklerimiz hep dışardan; bir medyayı aşırı takip eden. sevdiği şeylerin tişörtlerini giyen. sabah akşam oyun oynayıp internette bişeyler yapan Sci/fi diziler falan izleyen bilgisayar oyunlarının kitaplarını falan okuyan tiplerdir çoğunlukla.Şimdi; başka yakından tanıdığınız bir grubu düşünmenizi düşünüyorum, Her gün televizyonda maç takip eden, gazetede sadece spor sayfasını okuyan, dışarıda takım formasıyla, takım atkısıyla gezen, konsolda futbol oyunları oynayan, İddaa oynayan,konuşan,araştıran, maçların yorumlarını izleyen insanlara sportsnerds denmemelimidir? bu insanlar da nerd değilmidir? dışarıda elf kostumu giymiş birini görünce çok şaşırmak gülmek dalga geçmek normalken dışarıda başka bir sporcuya ait olan bir kostümü giyen birine farklı bi gözle bakılmaz? farklı bişeymi? hayır kesinlikle değil. sürekli dizi/film izleyen oyun oynayan birine ''ya biraz hayatını yaşa hep hayal dünyasındasın.'' demek normalken aynı şeyi hayatını futbolla ilgilenmekle geçiren birine bunu demek normal değil? Bir nerd gördüğünüzde aklınıza babanız dayınız abiniz kardeşiniz arkadaşınız.(tanıdığınız bir sportsnerd) gelsin. onlarında okadar farklı insanlar olmadığını görün.

15 Ekim 2010 Cuma

Diversity, Perspective, Acception.

Son 3 aydır gerçek anlamda başıma hiç ilginç olay gelmedi. Hiç "Hacı ya geçen gün şöyle oldu öheuheah" diyceğim şeyler olmadı. Gayet boş yaşıyorum yani. Hiç bişey olmadığı zaman Diğerlerine daha kolay yoğunlaştım ama. Anlamamış gibi yapma. "Diğerleri" işte senle alakası olmayan seni umursamayan dışardan baktığın'lar. Çok uzattım bile şimdiden saat 3 ve uykum geldi, yeni alışmaya başladım zaten erken kalkmaya, bozmak istemiyorum o yüzden direk giriyorum konuya. Evet.

1. Diversity

İster istemez herkez(z'yle yazdım evet)in gözünde bir normal kavramı oluştu. Herkezin farketmediği ayNılıklar oluştu. Okadar garip ki her sosyal grubun kendine özel ayNılıkları var. Çoğu, diğer herşeyi dışlayıp sadece onları rahatsız etmeyen şeyleri kabul eder, çok azı da dışlananları kabul edip dışlayanları dışarı iterler ve suçlu olarak gösterirler. Ayrımcıları ayırırlar yani daha adam gibi söylenişi. Çoğu insan sinemaya gittiğinde filmdeki baş karakterin(diyelimki) erkek, beyaz,heteroseksüel,müslüman vs. olmasını sorun yapmıyo. Çok çok az insan(işleri bunu düşünmek olmayan insanlar) Neden kadın değil, neden zenci,asyalı falan değil neden gay değil neden hristiyan değil diye düşünüyo.

2. Perspective

(Warning: This Paragraph contains mild spoilers about Superman: Doomsday)

3-5 ay kadar önce Superman: Doomsday animasyon filmini indirmiştim. Açıp kalitesini kontrol etmek için baktığımda 1 normal mavi kırmızı giysili Superman ile siyah bi tek parca kıyafet içinde Superman'in dövüştüğü bi sahneyi gördüm, "yaaa ya yine gelecekten falan geldi siyahlı heralde öüf." dedim ve bu güne kadar izlemedim. bu gün derse gitmediğim için canım sıkıldı ve yapcak bişey bulamadığımdan oturup izledim. şaşırmamın sebebi şu ki. Normal gözüken Superman filmin kötü adamıydı. Superman Doomsday denen yaratıkla savaşırken ölüyo. Ve Lex Luthor da Superman'i klonluyo kendisi için. Herneyse Superman geri dönüyo kendini daha güçlü kılan(yaralandıktan sonra bilmemle enerjisi depolamasına yardımcı oluyomuş)o siyah giysiyi giyip dalıyo Klonuna. Çok uzun bi giriş oldu ama en azından anlatıcağım şeyi biraz daha kolaylaştırdı benim için. Ben, gördüğüm 10 saniyelik dövüş sahnesi yüzünden filmi 4 ay boyunca izlemedim. Belkide Çok yakın arkadaş olabileceğim biriyle burnunu karıştırdığını gördüğüm için olmadım. Hoş bulduğum bi kızı bana CEAAAOONNSOOOON diye bağırdığı için(ciddiyim yapmayın.), sevmediğim biriyle arkadaş olduğu için hayatımdan cıkardım.

3. Acception

Toplumun en zorlandığı şey. kabullenmek. Hep işte suçluları topluma kazandıralım işte onlarda insan denir. ama kimse Hapisten çıkan 2 kişiyi öldürmüş biriyle yakın olmak istemez. Kimse Topluma kazandırılmış Tecavüzcüyle sevgili olmak istemez.

Confrontation

Burda yaptığım gözlemden bahsettim sadece, ben ve herkez bütün bunları yapmaya devam edecek. Ancak bu 3 Maddede anlattıklarım geçerliliğini kaybederse kuralsız bir ortamda rahatça yaşanabilir.

18 Ağustos 2010 Çarşamba

13:46

Bu durumda olmaktan nefret ediyorum. yatağın kenarındaki tahta çıkıntının üstünde duran cep telefonumu alıp saatine baktım. "13:46" istemsizce homurdanıp kafamı yastığa geri koydum. kurduğum 4 alarmda çalmış ve dördü de beni uyandırmayı başaramamıştı. aniden yataktan kalktım, Çalışma Masasının üstünde duran bilgisayarın açma düğmesine basıp tuvalete gittim. Hala uykumu alamamıştım. ellerimi lavabonun kenarına dayayıp aynaya baktım. suratımın sağ yarısı üstüne yatmaktan rengini kaybetmişti ve o taraftaki bütün saçlarım dik duruyordu. Bok gibi görünüyordum. Yüzümü yıkayıp saçlarımı ıslattım, lavabonun yanında asılı duran havluyla yüzümü kuruladım, havluyu lavabonun yanına fırtalıp odama geri döndüm. Bilgisayarın başına oturup masada duran sigara paketini elime aldım. paketi parmaklarım arasında çevirdikten sonra masanın yanındaki camın kepengini açan ipi çektim. Camdan dışarı baktım, hava kapalıydı. elimdeki paketten bir sigara alıp ağzıma koydum. Bilgisayardan üyesi olduğum bir sosyal ağ sitesine bağlandım ve tanıdığım kişilerin haberlerine baktım. Yakın olduğum kimse internette değildi ve ilgimi çeken hiç bişey bulamadım. sayfayı kapatmadan 2. bir sekme açtım ve Video oyunlarıyla ilgili makaleler, haberler ve videolar olan bir siteye girip biraz bakındım. dün gece en son baktığımdaki halinden hiç bi farkı yoktu. Sıkıldım. iki siteyide açık bırakıp bilgisayarın başından kalktım ve masanın solundaki koltuğa oturdum Xbox 360 kumandasını elime alıp ortadaki tuşa bastım, televizyonun kumandası ortalıkta yoktu. koltuğun kenarına masanın altına televizyonun altındaki raflara baktım ve bulamadım. "OOOOF" diyip yere yattım ve yatağın altına baktığımda orda olduğunu gördüm. televizyonu açtım ve "AV2" yi açtım.

Kapının çaldığını duydum, aşağıdan değil kapının önünden basılıyordu zile. Kapıcı olduğunu düşündüm, Ağzımdaki sigarayı masanın üstüne attım ve kapıya doğru gittim. Kapıya geldiğimde bu günün pazar olduğunu ve kapıcının gelmeyeceği aklıma geldi. "Bi saniye!" diye bağırıp içeri koşup odamdaki masanın altına mıknatısla tutturulmuş olan içinde 5.7x28mm lik 20 tane hollow point kurşun olan FN Five-seveN usg tabancamı elime aldım güvenliğini açıp şortumun arka lastiğine tutturdum. Kapıya doğru gittim ve delikten baktım. Kapıdaki eski arkadaşım Onur'du Kafasında üstünde yazılar olan Beyaz bi Şapka vardı. Kapıyı yarılayarak açtım ve soru sorarmış gibi baktım. hemen içeri girdi ve kapıyı kapattım. "Sen ne bok yediğini sanıyosun bu saatte neden geldin bana" dedim sinirlenmiştim. "Seni uyarmaya geldim" dedi. korkmuş ve yorgun bi hali vardı. "Bu sabah koşmaya çıktığımda 4 kişinin beni takip ettiğini fark ettim. onları çok zor atlattım" dedi."Sende takip edildiğini anlayınca bana gelmeyi düşündün öylemi gerizekalı?" dedim durdu suratıma baktı. Sinirim geçmiş olsa bile hala sinirli gibi davranıyordum "Ne var? "dedim. Kafasını döndürüp mutfağa girdi. Buzdolabını açıp bir tane enerji içeceği aldı. birtanede bana uzattı. Aldım ve açtım ama içmedim. Onur biraz içtikten sonra elini buzdolabınun kenarına koyup bana baktı. "Eğer beni buldularsa senide bulacaklardır." dedi. "Ben senin kadar dikkatsiz değilim." dedim "Tamam buraya gelmemeliydim biliyorum ama sana birşekilde haber vermeliydim! Diğer iletişim yollarının nekadar tehlikeli olduğunu gayet iyi biliyosun!" dedi suratı hala korkmuş gibiydi ama sesi hafif sinirli çıktı. " Ankesörlü Telefon. " dedim ve arkamı dönüp odama gittim.

Arkamdan Tabancayı çıkarıp güvenliğini kapatıp masanın üstüne attım. Tv de açılmış olan Xbox menüsünü gördüm. Televizyonun karşısındaki kanepeye oturdum. Onur "Neden böyle yaptığını kafam almıyo!"" diye içerden bağırdı. odaya geldi ve bana baktı. bende ona baktım hala sinirli duruyordum. "Tamaam tamam." diyip masanın önündeki sandalyeye oturdu. "Ne yapmamız lazım?" diye sordu. "Bilmiyorum." dedim gerçektende bilmiyordum. bunun olacağını biliyordum ama bukadar yakın zamanda olacağını tahmin etmiyordum. "Bana tam olarak ne olduğunu anlat." dedim.

Boş boş tv ye bakıyordu." Saat 10 gibi evden çıktım bisikletletime binip parka gittim" bana döndü. "Bisikleti bağlayıp koşmaya başladım. yarım saat kadar koştuktan sonra Uzakta bana bakan birini fark ettim. umursamadım koşmaya devam ettim. az bi süre sonra bankta oturan iki kişi gördüm birbirlerinden ayrı oturan biri kahverenkli pardesü giymiş içinde takım elbise olan biriydi sigara içerken ilgisiz görünmeye çalışsada dikkatinin bende olduğunu fark etmiştim. ama benim için orda olduklarını anlamamı sağlayan bu adamın yanındaki kadındı. Bağıra çağıra telefonla konuşuyordu. Elindeki iPhone'un ışığı açıktı. iPhonelar kulağa dayalı oldukları zaman ışığı yanmaz." etkilenmiş gibi başımı sallayıp ayağa kalktım ve masanın üstüne attığım sigarayı ve çakmağı aldım sigarayı ağzıma koyup yaktım.

" Koşmaya devam ettim belki benimle alakası yoktur diye. 10 dakika kadar sonra üstünde gri kapşonlu bir hırka ve altında da siyah bir pantolon olan uzun siyah saçlı ve sakallı bi adamın yanından geçtim. beni gördüğü anda saçlarını toplamaya başladı ve arkamdan koşmaya başladı. Ben hızlandım oda hızlantı ve depar atmaya başladı bana doğru, Bi anda yoldan çıkıp solumdaki merdivenlerden yukarı çıkmaya başladım. Arkamdaki bişeyler söylüyordu ama hiç birini anlamadım. Uzaktan gördüğüm bana bakan ilk adam bi anda karşıma çıktı. Koşmayı bırakmadım ama ne yapacağımı şaşırmıştım. arkamdaki adam hala merdivenlerdeydi, karşımdaki adamın dizine tekme attım ve o acıdan bağırırken sağa dönüp koşmaya devam ettim. Uzun saçlı olan adam bişeyler daha bağırdı ve hiç durmadan arkamdan gelmeye devam etti. Bayilerin olduğu yere çıktım, park kalabalıklaşmıştı ama kaybolmam için yeterince insan yoktu. koşmaya devam ettim Sokağa geri dönene kadar koştum ve paltolu adamın sokağın karşısında durduğumu ve bana silah dorulttuğunu gördüm. Daha hızlı koşmaya başladım uzun saçlı adam baya arkada kalmıştı. Meydana çıkmaya çalışıyordum. Telefona doğru bağıran kadını elinde siyah bişeyle bana doğru sağımdan gelirken gördüm, sola dönüp arkaya doğru zıplayarak dirsek attım, dirseğimin sert bişeye temas ettiğini hissettim ve hemen sonra canım yandı. Kırıma sesi gibi bişey duydum, sola doğru koşmaya devam ettim arkama bakmadan. 5 dakika kadar koşmaya devam ettim. başka ayak sesi duymuyordum. meydana çıkana kadar koştum ve kalabalığa karıştım. bir dükkandan o gerzek şapkayı aldım. ara sokaklardan birine girip 5 dakika kadar bekledim ve nefesimi düzenlemeye çalıştım. daha iyi olunca ana caddeye çıkıp durakta bekleyen bi taksiye binip senin evinin yakınındaki alışveriş merkezinde indim. sonra yürüyerek sana geldim." Sanki tebrikler dememi beklermiş gibi bakıyordu. ayağa kalkıp camı açtım, elimdeki bitmek üzere olan sigarayı camdan dışarı attım. "Sen sen evden çıkma herhangi bişey olursa..." dolabın en üstündeki rafındaki giysilerin arkasında beyaz bir kolsuz tişörte sarılmış Walther P99 tabancasını ona verdim " bunu kullan." dedim. "Ben Onu almaya gidiyorum..."

10 Mart 2010 Çarşamba

Kırık.

Hava çok güzeldi.. ama üstümde beni sıcak tutan siyah pardesüm vardı... Heryer sarı ve turuncu renklerdeydi . çok kalabalık biyer. Nerde olduğumu hatırlamıyorum yanımdan geçen gözlüklü, çenesi sivri olan kahverengi deri ceketli adama "neredeyiz?" diye sordum. adam bana "Denizfenerine gitmek zorundayım beni tutamazsın" dedi biraz saldırgan bir sesle. ve hızlı hızlı yürümeye başladı "Engel olmak istememiştim!" diye bağırdım adamın arkasından. yağmur yağıyordu ben fark etmemiştim. sokağın karşısında şemsiyeli bir kalabalığın ortasında sarışın ve güzel dudaklı bir kadın bana bakıyordu. bende ona bakıyordum. Elimi salladım. Hala bakıyordu, sanırım sinirliydi.

"uyan"



"UYAN!"

AAH! Dedim kendimi tutamayıp. Midem bulanıyordu ve başım inanılmaz çok ağrıyordu. Emliyet kemerini çıkarma tuşuna bastım ve kafamıın yere çarptığını hissettim. Ama canım hiç acımadı. Suratımda ve ellerimde soğukluk hissediyordum. Kalktım ve üstümdeki karları temizledim. Sonra bi anda aklıma geldi, arkama dönüp en çok değer verdiğim 67 model ss Camaro'mun 45 derecelik bir eğimle önden bir direğe çarpmış bi şekilde durduğunu gördüm. Ne düğüneceğimi bilemedim, ne olduğunu hatırlamıyordum "hayır hayır" dedim kendi kendime "hayır bebeğim ne oldu sana" dedim arabaya doğru. Arabamın önü darmadağındı. Küfürler yağdırıyordum. açık olan kapıdan içeriye doğru uzandım. Sürücü koltuğu ve yanındaki koltuk arasındaki kompartmanı açtım, ama neden açtığımı unuttum. Öylece bakıyordum içindekilere. önce sigaramı aldım, sonrada cüzdanımı, kendi kendime düşündüm. Eğer uzun bi yol gidecek olmasaydım cüzdanımı oraya koymazdım. nekadar süredir yoldaydım ki? Batonumu gördüm. kendini bişey sanan orospu cocukları için arabamda bulundurduğum batonu. onuda yanıma alıp ceketimin iç cebine koydum. ozaman siyah deri ceketimi giydiğimi fark ettim. "N-nasıl?" dedim kendi kendime. Kafam karışmıştı. Kompartmanda saçma sapan bikaç kağıt ve gereksiz şeyler vardı. kapattım ve cebimden cep telefonumu çıkarttım. Camı tamamen kırılmıştı. açılıp açılmadığını göremiyordum bile. Dahada sinirlenmiştim. "Yeter Artık" dedim kendi kendime.

Birden önümden gelen bir şangırtı sesi duydum. Elimi cekedimin içine soktum ve "HEY!" diye bağırdım. Sanki birisi sessiz bişekilde koşmaya çalışıyordu. sese doğru hızlı bir şekilde gitmeye başladım. sağımda 2 tane apartman solumdada arabanın çarpması yüzünden yamuk bir şekilde duran metal telden çitler. Apartmanın köşesine geldim ve tam döndüğüm de kafasında kırmızı bir taç olan küçük bir kız bana çarptı. "Lütfen benim burda olduğumu ona söylemeyin! lütfen!" dedi ve tam tekrar koşmaya başlayacakken omzundan tuttum ve geri çevirdim. "Kimseye bişey söylemeyeceğim merak etme." dedim. Pek ikna olmuşa benzemiyordu. "Ne oldu sana? ailen nerede?" dedim. "bırak beni bırak!" diye bağırıp kaçmaya başladı. "peki ozaman" dedim. ve kızın geldiği yere doğru yürümeye başladım. hiç biyerin ışığı yanmıyordu sadece sokak lambaları vardı etrafı aydınlatan. "el feneri" dedim kendi kendime. Biraz ilerde benzin istasyonu gördüm. Oraya doğru hızlıca yürümeye başladım. biraz yakınlaşınca içeride kimse olmadığnı farkettim. "Bu ne artık sikicem yeter ya!" dedim gayet sesli bi şekilde. Aptal bi şekilde sağa sola bakarken üstünde büyükçe "51" yazan bir cam gördüm ve içerde ışık vardı.

"Sonunda" dedim ve oraya doğru koşmaya başladım. önüne geldiğimde genişce bir bar olduğunu fark ettim. Hızlıca içeri girdim. önce baktığımda boş gibi geldi ama hafif karanlık bi köşeden birinin bana baktığını fark ettim. "Hey." dedim adama doğru. "Merhaba dostum" dedi çok bozuk bir türkçeyle. "Bana yardım edebilirmisin araba kazası geçirdim." dedim. önce "va-" dedi ve sonra "neye ihteyaçın var?" dedi. "öncelikle bir cep telefonuna." dedim "hudosen" dedi ve "tabi" dedi çok hızlı birşekilde. Biraz durdum ondan sonra fark ettim. sanırım kafama darbe almıştım kafam hızlı çalışmıyordu. "Hey man, where are you from?" dedim çok sakin bir şekilde. Kafasını bi anda kaldırıp şaşkın bir şekilde bana baktı. "You wouldnt know" dedi. "Try me" dedim bende ona. "South Ashfield." dedi. "yeah i dont" dedim. Güldü. Telefonunı bana doğru uzattı. Markasını bilmediğim bir telefondu. Telefonu alırken "But that place is in the us rigth?" dedim. "Right" diye cevap verdi. sanırım pek konuşası yoktu. "Thanks" dedim "You got it" dedi oda. Telefon elimde tuşlara basarak camın önüne doğru gittim. solumda bar vardı. sağımdada duvara yaslanmış birkaç tane masa ve sandalye. eski sevgilimi aradım. "Efendim?" diye açtı telefonu. "Hey" dedim bende "Sesinin tonu değişti ve "Ne var?" dedi. "Kaza yaptım. beni gelip alabilirmisin lütfen yada birisine söyleyebilirmisin beni alması için" dedim. Bi anda sesi telaşlandı. "Nerde? Noldu iyimisin?" dedi "Ne olduğunu hatırlamıyorum dedim." "Nerdesin? dedi. "Evet!" dedim bende. "Nerdeyim ben" diye bağırdım arkamdaki yeni tanıştığım adama."Bodrum!" diye geri bağırdı bana. "Bodrum" dedim bende telefondakine. "Bodrum?" dedim tekrardan. biraz bekledim ama telefondan hiç ses gelmedi "alo? alo? ordamısın?" dedim ve telefona baktığımda gördüm ki telefon kapalı duruyor tuşlara bastım ve hiç bişey olmadı. bikaç küfür ettim ve dönüp "fucking cell's dead!" diye bağırdım. "What can i do? I have to go recharge it. Until than i cant do nothin." dedi. Gidip yanına oturdum, neden oturdun dermiş gibi bakıyordu bana. "What's your name my man?" dedim adama. yakınına gelince suratına daha dikkatli bakabildim.. saçları hafif uzundu alnını kapatıyordu ve saçları gri gibi görünüyordu ama suratı gayet genç duruyordu. üstünde gri-mavi arası bir renkde gömlek vardı. "Henry" dedi yavaşca. "Im Henry"...

27 Ocak 2010 Çarşamba

And God said...

Let there be Mana Silvos!


20 Ocak 2010 Çarşamba

AAAAAAAaaaaaaaAAaaaaAAAAAaAaaaaaaAAAAA!!!!!!



Eğer savaş zafer ile bitecek ise, SAVAŞMAK ZORUNDASIN! Sun Tzu demiş bunu. Ve ben derim ki o senden çok daha fazla bilmekde savaşı. çünkü o yarattı, ve mükemmelleştirdi ki onur ringinde kimse onu geçemesin.


MAGGOTS!


Sonra, savaş parasını...


...dünyadaki bütün hayvanları satın almak için kullandı.


sonrada hepsini bi gemiye sıkıştırdı...


...En sonundada hepsinin azını burnunu kırdı.


Ozamandan beri bi yerde birsürü hayvan bulunuyosa onada dendi ki ZOO!


WAZOOOOH!


Yada dendi ki FARM!


14 Ocak 2010 Perşembe

Certainly works for Jack Bauer

House: I need the drugs.

The patiens friend: We're in textiles

House: I NEED THE DRUGS!!!!!!

The patients friend: ..?

House: Hmm. That usually works for Jack Bauer

10 Ocak 2010 Pazar

Bu arada

Ben insanları çözdüm ey insanlar bakın nasılda uzun uzun ve mantıklı yazılar yazarak sizin yaptığınız şeyleri açıklıyorum diğer insanlara. Diğer insanlarda benim sizi çözdüğümü anlıyolar. Okadar iyi hissediyorum ki kendimi altıma işeyebilirim!

9 Ocak 2010 Cumartesi

Let them eat cake!

bir cumartesiyi pazara bağlayan gecede saat 4 e gelirken buzdolabında bir dilim limonlu cheesecake kaldığını hatırlayıp mutluluktan 2 el ateş etmek.. o limonlu cheesecake i alıp ona tanrısal bir objeymiş gibi davranarak masaya gitmek. sonrada o müthiş edible aygıtı afiyetle yeyip bitirmek.

paha biçilemez..

Major Fast Food zincirleri! siz olmasanız biz ne bok yerdik?



Bütün büyük fast food zincirlerini aşırı çok seviyorum. beni tok tutuyolar. günün bi çok zamanıda çat diye söyleyebiliyorum adamlar da motorlarına binip sadece benim için hazırlanmış nefis yiyecekleri getiriyolar. Tabi parasını alıyolar da yani parasını da alsınlar okadar uğraşıyolar. Evet hepsi vede hepsi zararlı ama herşey zararlı zaten. kfc nin mesela tavukları konusunda sürekli tartışlmalar bi şeyler falan. saçma sapan işler hep. Ye işte lan madem beğenmiyosun git haşlanmış brokoli ye.

8 Ocak 2010 Cuma

Chinatown wars'un benim üstümde bıraktığı etkileri gibi.



Sene en az 1998 falan. Bilgisayar var bir tane evde.
Windows 3.1 kullanılmakta bu evdeki bilgisayarda. Bir oyun çıkmış adını cidden hatırlamıyorum. L ile başlıyodu sanırım. Ben oyunun kapağını görmüştüm istiyorum lan demiştim o oyuna. Aldılar oyunu eve gittik taktım cd yi "BABAAAAAAAAAAA" diye bağırdım oyunu kuracanmı dedim. Büyük uğraşmalar sonunda oyunun Windows 95 gerektirdiğini fark ettik. herneyse zaten zamanı gelmişti gibi muhabbetlerden sonra gittik Widows 95 e yükseldik. Bu hikayedeki önemli etken şu ki windows 95 e geçince yanında içinde bir adet bir çok application ve 6 adet oyun olan bir cd verildi. O cddeki bir oyun dışında hiç birşeyi hatırlamıyorum... GTA. Aylarca beni bilgisayar başından bağırarak çağırarak zor kullanarak kalldırdılar GTA sayesinde. Oyunda görev falan olduğunu bile bilmeden oynadım uzun bi süre. anladıktan sonrada aynı şekilde devam ettim zaten ingilizceden haliyle hiç anlamıyodum. ama ne olursa olsun inanılmaz bişeydi polis arabasını elegeçirmeye çalışırken defalarca "busted" olmak. ele geçirincede acayip hızlı olduğundan kontrol edememek. Ama bu değil anlatmak istediğim olay.

Gta nın yeni oyunu olan Chinatown wars anlatmak istediğim olay. Çok acayip farklı ve bayada eski oyunlara benzemekte. GTA 2 oynuyo gibi oluyo insan bazen. Oyun tam olarak yukardan görünüm değil, izometrik de değil yukardan gibi daha çok ama tam değil işte. Oyuna başladığınızda Huang Lee diye bi herifi kontrol edeceğimizi çakıyoruz. Niko'nun asyalı hali gibi tipi. Lee zengin bi adamın zengin bi oğlu biraz götü kalkık ama öyle yavşak da değil. adamımız babasının ölümü üzerine yanına baba yadigari Yu Jian adlı bir kılıçla uçağa atlayıp Liberty city' ye amcasına gider. Amcasıda çok zengin değil ama şerefli bi mafyamsı. Uçakdan iner amcasının 2 adamı Lee'yi almaya gelmiştir. Tam arabaya binecekken siyah bir arabadan 2 adam iner ve Amcanın adamlarını vurur seni kaçırır. gerisini anlatmam. Ancak bence hikaye En iyi GTA hikayelerinden biri.

Bu oyunda birkaç farklılık var. Düz kontak, çop konteynırlarında silah aramak, tacirlik, kazı kazan(valla) oynamak, suya düşen arabadan çıkmak ve birçok farklı olayda farklı bi aksiyon ekranında çizgi romanımsı görüntüler ile 1. kişiden el atıyoruz duruma. çizgi romanımsı görüntüler bütün konuşma ekranlarındada geçerli. dayak sistemi yine gta 2 deki gibi yeni olan 2-3 tane combo var sadece. Bolca farklı silah seçimi var. Silah demişken. Oyunda nerdeyse herşeyi PDA'iniz den halletmekdeyiz. görevleri mail aracılığı ile alıyoruz sadece görevler değil başka bir çok işte işe yaramakda Mail kısmı. Gideceğimiz yerleri PDA'inizdeki GPS ile ayarlıyoruz. Tacirlik tüyolarını, silahları bile net üzerinden alabiliyoruz. nerdeyse herşey PDA üzerinden dönmekde oyunda. Polis kovalamacalarında biraz değişiklik yapılmış. yıldız sayısına eşit sayıda polis arabasını kaza yapmaya zorlarsanız kurtulabiliyoruz. bi çok şey değiştirilmiş ama oynarken içinizi nostalji böcekleri kavuruyo(ne garip bi laf oldu dimi)

evet bildiğin oyun incelemesi yapmışım. bilginiz olsun istedim çünkü baya baya güzel olmuş. Gamespot'da en yüksek puanı alan psp oyunu haberiniz ola
hepinize iyi lavabolar

Öncelikle,

Bazen sıkılıyorum, bazen kendimi yaşlı hissediyorum, bazen bunların nedemek olduğunu düşünüyorum. Gercekten